Tuğyan Ve Tufan - Dr. Hasan YAĞAR

Tuğyan Ve Tufan


Bu iki kavram, biri diğeriyle mutlak surette ilintili olup, Vahyin ve Tarihin tanıklığından öğrenildiği üzere birincisine yakalanan toplum derhal diğerini bekler olmuş ve onulmaz şekilde yakalandığı sonuç sebebiyle helak olup devrini tamamlamış ve maziye karışmıştır. Bu; fert, aile, toplum, ümmet, millet ve devletler için geçerli olmak üzere geçmişe dair belgelerde tanık olunan bir beşer sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Bu kavramların açılımını şöyle yapmak mümkündür: Tuğyan: Akılsızlık, iradesizlik, zulüm, adaletsizlik, hurafe, safsata, yalan-dolanla iştigal etmek ve küfürde ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık haline sahip olmak ve bunu bir ayrıcalık sayarak her fırsatta bu özelliğini öne çıkararak problem yaratmak. Kurulu düzene karşı gelerek anarşi ve terör oluşturmak. Tufan: Her tarafı kaplayan ve kurtuluşa imkân vermeyen su baskını. Bu olayın en tipik ve en ibretlik örneği, Nuh peygamber zamanında vuku bulmuştur. Sebebi de o toplumun tuğyana düşmüş olması ve bir türlü bundan vazgeçmek istememesi. Tufanın en tipik örneği bu olmakla beraber fert, aile ve toplumları helak eden her bir şeyi tufan olarak görmek; realite, akılcılık ve gelecek bakımından en doğru bir tespit olsa gerek.
    Tabiidir ki, tuğyan olan yerde mutlaka tufan olur. Kabul etmek gerekir ki her zaman ve zeminin tuğyanı da, tufanı da farklıdır. Tuğyanı ahlak konusunda olan toplumun tufanı hiç şüphesiz o alanda olur. Tuğyanı güç ve servet sahasında olan toplumun tufanı o alanda kopar. Tuğyanı inanç alanında oluşan toplumun tufanı mutlaka o alanda oluşur. Konuyu genişleterek söyleyecek olursak, diye biliriz ki tuğyanı sosyal ve siyasal alanda oluşan toplum veya toplumlar mutlaka bu alanda bir değil, birçok tufan bekler olmalıdırlar.
    Tarih, tuğyana düşerek helak olmuş bir hayli toplumlara tanıklık etmekte olmasına rağmen, insanoğlu her ne hikmetse bunlardan asla ders çıkarmamışa benzemektedir. Tuğyanı çağrıştıran yegâne faktör akılsızlık olarak kendini göstermiştir ve dahi göstermektedir. İlim, vahiyle güzergâhı belirlenen aklın bir ürünüdür. İlimden uzaklaşmak, aynı zamanda akıldan da uzaklaşmak demektir. Akıl yani muhakeme gücü ise Yüce Yaratıcının -sadece- insan diye adlandırdığı yaratığına vermiş olduğu ve paha biçilmez bir servettir. Bu servetini doğru yerde ve doğru istikamette kullanan her bir fert ve böylesi fertlerin toplamından oluşan toplumlar mutlaka ama mutlaka tufanı savar olmuşlardır. Bunun aksini yapan toplumların ise Gemiyi kaçırdıklarına o gün de tanık olunmuştur, bu gün de tanık olunmaktadır. 
    Bunun örneğini, yer kürede ancak çok pahalı olarak sahip olabildiğimiz en son vatanımız Türkiye’yi sarıp sarmalamış ateş çemberinin nasıl oluşturulduğunda, görmemiz mümkündür. Zamanında dört kıtaya adalet götüren Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak üzere, şu veya bu vaatlerle dedeleri ifsat edilen bu günkü belli toplumlar bu gün bir hercümerç içerisinde olmayı, akıllarını kullanmayan söz konusu ataları yüzünden yaşamaktadır.
    Birinci Dünya Savaşı zamanında, Hz. Peygamber’in mübarek kabrini ve dahi orada bulunan daha başka mukaddes yapı ve yerleri korumakla ödevli Mehmetçiğe erzak ve teçhizat taşıyan trenlerin güzergâhı, ifsada uğratanların telkinleriyle, o güzergâh çevresinde nimetlenenler tarafından, ağa babalarının ellerine tutuşturduğu dinamitlerle berhava edilmekteydi. Mehmetçik berhava olan bu yolları yeniden hizmete açmak için çöl sıcağında kızgınlaşan rayları sırtındaki zaten param parça olmuş üniformasını yırtarak tutmak suretiyle inşa ediyordu. Ama ne yazık ki olanlar oldu ve o gün için bayram sayılan olgu, bu gün onlardan bazılarının başına tufan olarak düşmüş durumdadır. Ama yine de o gün hasım seçtikleri insanların torunları bu gün onlara kucak açmış durumdadır. Oysa onlarla bizler güya dindaştık. Heyhat ki ne heyhat. O gün ifsada uğratılanların torunları, eşlerini, peygamberlerini kabul etmeyen o ifsat sahiplerinin kızlarından seçtikleri gibi servetlerini de onların nimetlenmesine hasretmekteler. O günlerde aynı akıldışılıkları şiar edinenler, ellerinde İngiliz yapısı filintalarla dağda bayırda kol gezerek pusuya düşürmek suretiyle katlettikleri Osmanlı subaylarının üniformalarından kopardıkları her bir kopça için İngiliz mümessillerinden birer İngiliz altını almaktaydılar. Dikkat edilecek olursa kopçanın mutlaka subay kopçası olması söz konusudur. Aksi halde o parsadan yararlanmak mümkün değildir.     Desisenin ne denli vahim olduğu görülüyor mu?! Oysa gerek Hz. Peygamber ve gerekse Kur’ân ilkelerine göre kanlarımız yekdiğerine haramdır. Anlaşılan o ki, Asr-ı Saadetten sonra Müslümanlık frekans değiştirmiş durumdadır. Zira aynı ölçü bu gün de ortalıkta neşvünema eder vaziyettedir. Asrımızın radikal İslam araştırmacısı Mustafa İslamoğlu, Düşün Yayıncılık tarafından İstanbul-2014’te yayınlanan Kur’ân’a Göre İslam Nedir adlı ibretlik eserinin 17. sayfasında yer vermekle yetinmeyip söz konusu eserin arka kapağına dahi nakşederek her kesin hemen her fırsatta okuyup ders çıkarması düşüncesiyle böyle davrandığına inandığımız şu ibare zannediyorum dediklerimizi teyit eder mahiyettedir. Şöyle diyor Sayın İslamoğlu: ” İnsanlık tüm zamanların en çarpıcı sıçraması, en derin toplumsal alt üst oluşu ve en ilginç yeniden yapılanmasıyla karşı karşıyadır. İslam’ın yeryüzünde düşmanı yoktur, tanımayanı vardır. Düşman gibi davrananlar, İslam’ın değil, Müslümanların düşmanıdır. Bunun sebebi de yine Müslümanlardır. Zira inançlarını iyi temsil edemediler. Bunun için de öncelikle sorun Müslüman olmayanların Müslüman olması değil, Müslümanların Müslümanlaşmasıdır.” İşte bu saptama, geçmişte de böyleydi, maalesef bu gün de böyle. Eğer böyle olmasaydı hümanizm paravanının arkasına saklanarak, Müslüman toplumunun biri birini öldürmesi için, o meşhur icatları olan silahlarını avuçlarına kadar getirip teslim edebilirler miydi?
    Geçmişte Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması için yapılanlar bu gün de Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da yaşayan insanlarımız için yapılmak istenmektedir. Fevkalade haince olan bu tavırlara, kanma cehaleti gösteren o yöredeki ve bir de Türkiye geneline yayılmış olan ve FETÖ denen bazı gaflet düşkünlerine mutlak surette bu tuzağın gayesi anlatılmalıdır. Başta camilerdeki vaazlar olmak üzere kırsalda jandarma, kent ve kasabalarda da polis tarafından periyodik olarak huzur toplantıları tertip edilmek suretiyle meselenin ciddiyeti anlatılmalıdır. Biz biliyoruz ki bu insanlarımız her şeye rağmen hâlâ Milli Mücadele ruhuna sahiptir. Kurtuluş Savaşına gönül veren insanımız geçtiğimiz yıllardan beri yalnız bırakılmak suretiyle bu tuzaklar açısından pasif hale düşürülmüş oldu. Vilayetleri isminin önüne GAZİ, ŞANLI ve KAHRAMAN sanını yazdıran halk aynı halktır. Birkaç gafilin gafleti, asla toplumun tamamına mal edilmemelidir. Haber, yorum ve tartışma programlarında “Molotof Kokteyli” tabirinin terk edilerek “Molotof Bombası” lafzının kullanılması ciddi önem kazanmış durumdadır. Kokteyl demek suretiyle meselenin adeta yumuşatıldığı, zihinlerde yer etmiş durumdadır.
    Dikkat edilecek olursa bir zamanlar güvenlik güçlerinin karşısına küçük yaştaki çocuklar çıkartılarak ölüm ve yaralanmalarına zemin hazırlanmak suretiyle ihanet cephesinin ekmeğine bal-kaymak çalınmıştı. Bunu yapanlar fevkalade azınlıkta olmasına rağmen ekseriyeti teşkil eden temel kitle bu “gündüz külahlı, gece silahlı” güruhun şerrinden korkar duruma düşmüştür. Bir bakıma düşürülmüştür. Ancak ve ne var ki bu güruh, tuğyana düşmüş olarak gelecekteki tufanın ayak seslerini ve gelince de söz konusu olabilecek vahametini her ne hikmetse sezememiş ve bir türlü sezmek de istememektedir. Kendileri de tufan gemisi içinde olarak zaten devasa dalgalarla boğuşarak yol almakta olan gemiyi delmekte olduklarının bir türlü farkında olmak istememekteler. Adeta Nuh Peygamberin toplumunu andırmaktalar. Onlardan tek farkı, gemide olmaktır. Hâlbuki Nuh Peygamberin muhalifleri bunlara göre daha samimi idiler. Onlar gemiye binmemek suretiyle helaklerine yol açtılar. Bunlar ise zamanında her kesle birlikte bindikleri ve kendileri için de elzem olan gemiyi delmek sevdasına kapılmışlardır. Bize göre bu sevda, kap kara bir sevdadır ve kendisine gönül verenleri Mecnun’dan beter hale getirecek mahiyet ve önemdedir.
    Devlet, geçmişte sürgün memurunu ve bilhassa sürgün öğretmenini adına ŞARK diyerek bu vatan köşesine göndermek suretiyle ciddi hataya düşmüştür. Oysa bu gibi özellikli yerlere en başarılı ve en güvenilir görevliler gönderilmeliydi. Şimdilerde devletimiz bu hatanın telafisi içerisinde ciddi çaba sarf eder durumdadır. Toplumun ekseriyeti bunun farkındadır ve bunu minnet ve sitayişle karşılamaktadır. Ancak hiçbir zaman sıkıntısı yaşanmayan bazı gafillerin söz konusu tavır ve taşkınlıkları asla topluma mal edilmemelidir. Radikal problemlerin ancak ve sadece radikal tedbirlerle önlenebileceği asla göz ardı edilmeyerek, yüzleri peçeli ve elleri Molotof ve benzeri bombalı olan bu güruh için buna göre vaktinde yasal zemin hazırlanarak güvenlik güçlerinin eli güçlendirilmeliydi. Çok şükür ki bu gün bu yapılmıştır. Oradaki insanımızın bunun özlemi içinde olduğu göz ardı edilmediği içindir ki artık o güzelim beldelere huzur, güven ve refah ulaşmıştır. Bunu yapanları minnetle yad ederek tebrik etmeliyiz. 
    Ancak ve mutlaka her ne sebeple olursa olsun bu bedbahtlığa duçar insanlarımıza “tuğyan” ve “tufan” hakkında bilgi verilmeli ve kendilerinin devletin dâhili ve harici düşmanları tarafından maşa edilmek istendiği, geçmişteki örneklerle kendilerine anlatılmalıdır. İnanın onlar buna çok muhtaçtırlar. Binaenaleyh her insan her hal ve şartta gerçekleri görmeyebilmektedir. Bizim İlk Okul öğrenciliği zamanında kitabı bizzat Atatürk tarafından kaleme alınarak öngörülen VATANDAŞLIK Dersi vardı. Maalesef bu gün insanımız böyle bir dersten mahrum durumdadır. Türkiye sevdalısı herkese selam
 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
18Nis
21Mar
24Şub

ÖRT Kİ ÖLEM

11Şub

Şu İşe Bak

10Oca

BİR YILAN HİKÂYESİ