Bilmem Yanılıyor Muyum? - Dr. Hasan YAĞAR

Bilmem Yanılıyor Muyum?


Bu soruyu, şunun için yazımıza başlık olarak seçtik. Yine ve diğer yazılarımızda olduğu gibi bu gün de Kur’an üzerindeki yanlış uygulamalara dair bazı tespitler yapmaya çalışacağız.
    Şöyle ki: Cami müdavimi olan her bir vatandaşın bildiği ve dolayısıyla tanık olduğu üzere hemen her vaaz kürsüsünde vaaz eden vaizlerimiz genelde kişi ile Allah arasındaki konuları ağırlıklı olarak işlerler ve her halükarda da cennet ve cehennemden bahsederler. Tabi ki bu olmalıdır. Ancak ve naçizane kanaatimize göre bu uygulama,  Kur’an’ın apaçık üzerinde durduğu dünyevi, yani sosyal konuların bir bakıma es geçildiğini düşündürmektedir. Zira bu uygulama bildiğim kadarıyla yani 1950’li yıllardan beri böyle devam edip geldiği halde maalesef toplum üzerinde zerre kadar değişiklik yaratmadı, yaratamıyor. Binaenaleyh Kur’an dünya hayatını düzenlemek ve dolayısıyla biz insanlara rahat ve esenlik dolu bir hayat yaşamamızı hedefler mahiyettedir. Tabii olarak bu arda uhrevi hayatı mutlu bir şekilde yaşamanın da formüllerini vermektedir. Ama bu husus ikinci planda hedefe konmuştur. Zira uhrevi hayat dediğimiz hayatın ilkeleri ve dahi nimetleri ancak ve sadece burada yani bu dünyada sağlanmak zorundadır. Bunun asla başka bir alternatifi bulunmamaktadır.
    İşte bu hususu Kur’an, kanaatimize göre iki şekilde ele almış gözükmektedir. Dünyayı yaşanmaz hale getirmesi söz konusu birçok eylemi dünyevi cezalarla gündeme getirmiştir. Mesela hırsızlık, zina, cana kıyma, iftira, özellikle iffetli kadına iftira, yalan şahitlik ve yeminine yani sözüne sadık kalmamaya belli cezalar getirmiştir. Burada bunların listelenmesinin gereksiz olduğunu düşünüyoruz. İsteyen her okuyucu bunları ve belki de buraya almayı unuttuğumuz daha başka cezaları rahatlıkla Kur’an ayetlerinde bulabileceklerdir. Burada yer verdiğimiz cezaların insan hayatını ne denli allak bullak ettiği izahtan vareste olsa gerek. Ama buna karşın Allah ile kulu arasında gündeme getirilmesi planlanan eylemlerin bu derece hayata müdahil olduğu asla söylenemez. Örneğin namaz kılmayan, oruç tutmayan ve dahi haccını ifa etmeyen insanların kötülüğü/sonucu bizatihi kendisini ilgilendirir. Bu ilgi ise o kulun uhrevi hayatı ile alakalıdır. Ve asla kimseye şu veya bu şekilde bir zarar getirmez. Ancak insanların bu ibadetlere yöneltilerek bu sayede dünyevi hayatın yaşanır hale getirilmesi hedeflenmiş gözükmektedir ki ilk günden bu güne kadar asla sadra şifa getirdiğine maalesef hiç kimse tanık olmamıştır, olunamamaktadır. Tabi ki bu üzücü bir şey. Keşke başarılı olunabilseydi. Demek oluyor ki bu işte bir sistem bir uygulama hatası var. Yoksa niye insanlar yekdiğerini boğazlasın ki! 
    Bakınız camiye namaz kılmaya gelen cemaate vaiz kardeşimiz namaz kılmanın erdemlerinden ve dahi uhrevi kazançlarından üstüne basarak, bazen de haykırarak söz eder. Buna cami müdavimi olan hemen herkes tanıktır. Buradaki yanlış şu: A birader, adamcağız zaten namaz kılmaya gelmiş ve muhakkaktır ki zihninde de uhrevi hayatı ile ilgili bir beklentisi mutlaka vardır. Böyle bir insana namaz kılmayı haykırmanın bir kıymeti harbiyesi hiç olur mu? Hâlbuki ilgili ayet; namazın, insanı her türlü kötülükten alıkoyacağı vurgulanmaktadır. Tam da buna rağmen vaiz kardeşimiz bu hususu, yani kötülüklerden uzaklaşmanın namazın emri olduğunu söylemesi yerine ha bire namaz kılın demekten öte bir öğüt (?) vermemektedir. İşte tam da işin apaçık yanlışı ve katmerlisi burada. Allah ile kulu arasındaki eylemden söz ederken Kur’an’ın istediği mecrayı terk etmiş oluyor ve maalesef bundan haberi bile yok gibi. Bu demektir ki toplum bunun için huzura hasret kalıyor.
    Gelelim bir başka örneğe: Hac veya umreye giden vatandaşlarımıza, Kâbe’de bulunan Hz. İbrahim makamı denen bir mekân hakkında deniyor ki burada en az iki rekât namaz kılana cennet vacip olur. Bunun için de oraya girebilen vatandaş bir türlü çıkmak bilmiyor. İlle de cenneti garantileyecek.   Bu telkin zinhar yanlış. Tabi ki bu eylemin uhrevi bir kazanımı mutlaka vardır. Buna, inanç sahibi olan herkes mutabıktır. Ama bu tarz bir telkinin dünyevi olarak hem o insana hem de dolaylı olarak diğer insanlara bir yararının olmayacağı ise kesindir. Zira bu insanlar bu eylemlerinden sonra İBRAHİMİ BİR DURUŞ sergilemedikleri sürece bu işin sırrına varamazlar. İşte bu işin de müsebbibi bu insanlarımızı bu şekilde yanlış motive eden ilgili ve yetkililerdir. Bu işin sırrının İBRAHİMİ BİR DURUŞ SERGİLEMEKTEN geçtiği insanlara söylenmediği sürece bu işin hedef ve gayesinden fevkalade uzaklaşma olacağını bilmem izaha gerek var mı?
    Diğer taraftan aynı minval üzere, Medine’de Mescidi Nebevi ’de yeşil halı ile döşeli bulunan ve Hz. Resul (s.a.s)’ün mihrabı niteliğindeki bir mekân için de aynı telkinler yapılmakta ve oraya giren insanlar aynı umutla o kutlu mekânı bir türlü terk etmek istememektedirler. Buna bizzat tanık olduğumu söylemeliyim. Ve bu umuda kapılan bazı insanlar sadece kendisini düşünerek diğer insanların da buradan yararlanmasını engeller mahiyette ve farkında olmadan yanlış tavırlar sergileyebilmektedirler. Bu insanlarımıza bu kutlu mekânı ziyaret ettikten sonraki hayatında MUHAMMEDİ BİR DURUŞ SERGİLEMEDİKTEN SONRA bu tavafın asla bir kıymetinin olmayacağı söylenmediği içindir ki insanlarımız orada ha bire dikilerek cenneti garantilemek gibi bir yanlışa düşebilmektedirler. Hz. Kur’an’ın üzerine basa basa dikkat çektiği yegâne nokta, dinin bir nasihatten ibaret olduğu meselesidir. Buna rağmen siz din adına sade vatandaşa yanlış nasihatte bulunursanız o insanların hem dünyasını hem de ahiretini berbat edersiniz.
    İnsanlar bu yanlış telkinler sebebiyledir ki, emrinde çalıştırdığı insanlara asgari ücretten daha fazlasını verebilecek iken, bu telkinlere kapılarak o insanlara o parayı vermesi kendisi için daha hayırlı iken-ki bu Kur’an’ın emridir- CENNETİ GARANTİLEME sevdasına düşerek hiç de akılcı olmayan yollara başvurabilmekteler.
    Bunda sade vatandaşımıza, aslında temeli akıl, izan, sevgi, saygı ve dolayısıyla esenlik ve mutluluk olan dinimiz, maksadından uzaklaşarak anlatıldığı içindir ki, sadece Türkiye değil tüm İslam Âlemi iki arada bir derede dönüp durmaktadır.   
    Görüldüğü üzere yukarıda MUHAMMEDİ Duruş’tan bahsettik. Son söz olarak burada bu konuda bir tespit yaparak sözü sonlandıracağız. Asrı Saadette, yani Hz. Resul (s.a.s.)’ün bizzat yaşadığı dönemde Medineli bir sahabe komşusunun güneşini kapatacak şekilde bir ev inşa ettiği için Hz. Resul o ev işi aslına döndürülünceye kadar o ev sahibinden selamını kesmiştir. İşte size MUHAMMEDİ DURUŞ örneği. Herkes buna baksın ona göre kendisini ölçsün biçsin. Böyle bir tavır takınmadıkça 40 yıl “YEŞİL MEKÂN” denen kutlu yerde dursa ve ha bire namaz kılsa kendisine hiçbir yararı olur mu olmaz mı ona da okuyucular karar versin.
    Bu vesileyle tüm din kardeşlerimizin yaklaşmakta olan Kadir Gecesini ve akabinde ulaşmayı ümit ettiğimiz Ramazan Bayramı’nı şimdiden tebrik ediyor ve hayırlara vesile olması temennisiyle Rabbimizden niyaz ediyorum. 
    Sevgili dostlar bazı çevreler bu bayrama ŞEKER BAYRAMI diyorlar ayıp ediyorlar. Bu, kendini bilmez bazı çevrelerin yakıştırmasıdır. Selam ve dua ile. Dr. Hasan Yağar.   
  
 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
18Nis
21Mar
24Şub

ÖRT Kİ ÖLEM

11Şub

Şu İşe Bak

10Oca

BİR YILAN HİKÂYESİ