ATATÜRK'ÜN BALIKESİR HUTBESİ
Dr. Hasan YAĞAR
Bu Konuya; Rahmeti Rahmana ulaşalı uzun yıllar olmuş olmasına rağmen 0 muhteşem insan hakkında hâlâ bilindik veya bilinmedik dinî konularda rastgele söylemlerde bulunan insanımıza bir hatırlatma babında olarak girmiş olduk. Şöyleki:
Açıklama: Metin güncel Türkçe ile verilmiştir.
“Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgi ve hayrı üzerinize
olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara
dinsel gerçekleri tebliğe memur ve resul/elçi olmuştur. Anayasası, cümlemize malumdur
ki, Kur’an-ı azimüşandaki husustur. İnsanlara aydınlanma vermiş olan dinimiz, son
dindir. Ekmel (eksiksiz) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeklere tamamen
uygunluk arz etmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uygun olmasaydı, bununla
diğer ilahi doğal kanunlar arasında çelişki olması icap ederdi. Çünkü bilcümle
varoluş kanunlarını yapan Cenabı Haktır.
Arkadaşlar; Cenabı Peygamber mesaisinde iki karargâha, iki yere malik bulunuyordu.
Biri, kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı.
Hazreti Peygamberin mübarek yolundan giderek bu dakikada milletimize; milletimizin
hal ve istikbaline ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal mekânda Allah’ın
huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahraman
insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile bir sevaba nail olacağımı
ümit ediyorum.
Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım
geldiğini düşünmek, yani meşveret (görüşme ve danışma) için yapılmıştır. Millet işlerinde
her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması önemlidir. İşte biz de
burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için; bilhassa hakimiyetimiz için neler
düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben sadece kendi düşüncemi söylemek istemiyorum.
Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli gaye ve milli irade sadece
bir şahsın düşünmesinden değil; tüm halkın arzularının, emellerinin toplamından ibarettir.
Binaenaleyh, benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı
rica ederim” diyerek minberden aşağı inmiştir.
Bu arada camide bulunan cemaat tarafından yirmiyi aşkın sorular hazırlandığını;
bu sorulardan bir tanesinin de hutbelerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Atanın bu
soruya ilişkin cevabının şu olduğunu görüyoruz:
“Hutbeler hakkında sorulan sualden anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin tarzı;
Milletimizin düşünce, duygu, dil ve medeni ihtiyaçlarına uygun görülmemektedir.
Efendiler, hutbe demek insanlara hitap etmek, yani söz söylemek demektir.
Hutbenin anlamı budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım değişik kavram ve
anlamlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz
ki, Hazreti Peygamberin kutlu asrında hutbeyi kendisi irat ederdi. Gerek Peygamber
efendimiz ve gerek Hülefa-i Raşidin dönemine ait hutbeleri okuyacak olursanız
görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Hülefa-i Raşidinin söylediği şeyler o
günün meseleleridir. Yani o günün Askeri, İdari, Mali, Siyasi ve Sosyal hususlardır.
İslam Ümmeti çoğalıp Ülkeler genişlemeye başlayınca cenabı Peygamberin
veHülefa-i Raşidin’in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkan kalmadığından,
halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye bir takım zevatı memur
etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük başkanlardı. Onlar camilerde ve meydanlarda
ortaya çıkar halkı aydınlatmak için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam
edebilmesi için bir şart lazımdır. O da, milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu
söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmamasıdır.
Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey
açık söylendiği zaman halkın dimağı, durum hakkında faaliyette bulunacak, iyi şeyler
yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından
gitmeyecektir.
Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin, halkın anlamayacağı
bir dilde olması ve bu günün gerekleri ve ihtiyaçlarına temas etmemesi; halife
ve padişah adını taşıyan istibdatçıların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek
içindi.
Hutbelerden maksat, halkı aydınlatmak ve irşat etmektir. Başka bir şey değildir.
Yüz, iki yüz hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet
içinde bırakmak demektir. Hutbelerin her hal ve şartta halkın kullandığı dille olması
fevkalade önemlidir.
Geçen sene millet meclisinde verdiğim bir nutukta demiştim ki, minberler halkın
dimağları ve vicdanları için bir aydınlanma ve bir ışık kaynağı olmalıdır. Böyle
olabilmek için minberlerden yansıyacak sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve bilimsel
gerçeklere uygun olması lazımdır. Hutbeyi veren kişilerin siyasi, sosyal ve medeniyet
çağının gereklerini takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış
telkinler yapılmış olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine
uygun olmalıdır. Ve olacaktır”.
Yukarıda dip notta verildiği üzere, M. Kemal Atatürk’ün bu dilek ve direktifi, dokuz
yıl sonra 6 Şubat 1932 yılında Cuma günü Süleymaniye camiinde Türkçe okunan
hutbe ile gerçekleşmiştir.1
Kaynakça:
1) KOCATÜRK, Utkan,Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi, 1918-1938. TİT Yayınları : I. Cumhuriyetin
50.Yılı. A.Ü. Basımevi, 1973.
2) BULUT, Mehmet, Diyanet İlmi Dergi, Cilt.28,Sayı: 1,Sayfa 148.
1 Türkçe hutbe okunmasından daha önce 22 Ocak 1932 tarihinde Türkçe Kur’an okunması ilk defa olarak
Yere Batan Camiinde hafız Yaşar Okur tarafından gerçekleştirilmiştir. Din alanında halkın anlayabileceği
dile fevkalade önem veren Atatürk, ezan ve kametin de Türkçeleştirilmesini sağlamış, ancak 1 Şubat 1933
tarihinde bu yeniliğe karşı çıkarak Bursa Ulu Camide namazdan sonra halkı kışkırtanlar olmuş ise de olay
büyümeden bastırılmıştır.
Önemli Açıklama: Diyanet İşleri başkanlığının kuruluşunun ikinci yılında 21 Şubat 1925’te yapılan bütçe
görüşmeleri sırasında doğrudan Atatürk’ün talimatıyla Kur’an meal ve tefsirinin ve Hadis tercümelerinin
devlet imkanlarıyla yapılmasına T.B.M.M. tarafından karar alınmıştır.Bu cümleden olarak Elmalılı Hamdi
YAZIR tarafından “Hak Dini Kur’an Dili” ismiyle Kur’an meal ve tefsiri; Hadislerle ilgili çalışma da Babanzade
Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras tarafından “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi” adıyla
ve 12 cilt halinde yapılmıştır. Birinci cildi 1935’te 2,3,4,5 ve 6.ciltleri 1936’da 7,8 ve 9. ciltleri de 1938’de
yayınlanan Türkçe Kuran mealleri ile 1926’da başlanarak 1948’de yayımı tamamlanan 12 ciltlik Türkçe
Hadis kitaplarının ilk baskıları isteyen herkese parasız olarak verilmiştir. Atatürk’e din düşmanlığı
yakıştıranlara ibretle ithaf olunur.