1) Cuma Namazı Hakkındaki Kur’ânî Olmayan Bazı Söylemler ve Bir Kısım Detay - Dr. Hasan YAĞAR

1) Cuma Namazı Hakkındaki Kur’ânî Olmayan Bazı Söylemler ve Bir Kısım Detay


Bilindiği üzere Cuma günü kılınan namazla ilgili olarak Cuma Suresinin 9 ve 10. Ayetlerinde bilgi verilmektedir. Bu ayetler meali şöyledir:“ Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allah’ı anmaya koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfünden isteyin. Allah’ı çok anın ki umduğunuza kavuşasınız”. 

                Bakınız ayet gayet açık ve net olduğu halde, bazı kaynaklarda bu namazın kadın, köle,hasta ve çocuklara farz olmadığı kaydı vardır. Oysa Yüce Yaratıcı “Ey İman edenler!” diye hitap etmektedir. Bu genel hitaba rağmen her ne hikmetse kadınlarımız bu namazdan mahrum bırakılmakla birlikte dolayısıyla İlahi lütuftan da mahrum bırakılmaktadır. Bir de şu noktaya dikkat etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Namazın adı “Cuma Namazı” değil. Cuma günü kılınan bir namazdır. Kadına farz değil derseniz kadının o gün öğleyin namaz kılmaması söz konusu olur. Nereden bakarsanız bakın mesele bir muamma. Hâlbuki bu namaza gelemeyen erkekler evlerinde öğle namazını eda etmekteler.

                Ama buna rağmen Ramazan günlerinde irili ufaklı her camide kadınlar için mekânlar açılarak, vacip mi sünnet mi olduğu hakkında ciddi tartışmalar bulunan Teravih namazı eda ettirilmektedir. Buna rağmen hakkında ayet bulunan Cuma namazının, kadın için farz olmadığı ön görülmektedir. Gerçi son günlerde meseleye pozitif yaklaşımlar mevcut ama Teravih namazındaki gibi ciddi bir alaka maalesef ortalıkta yok. Gayet tabii mazeret ve maruzatı bulunan her bir kadın bu namaza gelmeyebilir. Zaten erkeklerin de tamamı gelmemektedir. Buluğa ermemiş çocuklar ve hastalar zaten ruhsat sahibidir. Kur’ân’n hiçbir yerinde, hastaların ve dahi çocukların ibadetler konusunda zora koşulduğu hakkında hüküm bulmak zaten mümkün değil. Ama hangi akıl ve mantığa dayalı olarak böyle bir tasnif yapılmış, anlamak mümkün değil. Esasen inanç ve ibadetler, Kur’ân’ın insan iradesine bıraktığı bir konudur. Bu konuda şu ve ya bu şekilde ahkâm kesmenin, haddi aşmak olduğunu düşünüyoruz.

                Yukarıda sözünü ettiğimiz iddia sahipleri bu kayıtlarını Hadislere, yani Hz. Resul (as)’ün beyanlarına dayandırmaktadırlar. Ancak Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır tarafından kaleme alınan “Kur’ân Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” adlı eserin 298. Sayfasında, Ebu Davud’ a dayandırılan şöyle bir kayıt mevcuttur: ”Abdullah bin Ömer, Allah Elçisinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ‘Cuma namazı, müezzini işiten herkese farzdır’.” İşte buyurun, söz konusu ayetle birebir çakışan bu Hadis hakkında söylenebilecek bir tek sözün var olacağını düşünmek aklın alabileceği bir şey olmasa gerek.

                Diğer taraftan gerek Hz. Resul (as) ve gerekse Dört Halife Döneminde kadınların da Cuma cemaatine iştirak ettikleri hakkında birçok kayıt var ama biz burada bayağı revaçta olan bir olayı kaydetmekle yetineceğiz: Bir Cuma hutbesinde Hz. Ömer (r.a.) kadınlara verilen mehirlerin fazla olduğunu, 400 dirhemden fazla olanının üst kısmını hazineye kaydetmek üzere alırım dediği esnada, cemaatte bulunan bir kadın ayağa kalkarak, söz konusu fetvanın Nisa Suresinin 20.ayetine aykırı olduğunu hatırlatması üzerine Hz. Ömer (r.a.), kadını haklı bulup bu söyleminden vazgeçtiğini beyan etmiştir. ( Ebu Davut, Nikâh,27,Hadis No: 2106; İbnMace, Nikâh,17, Hadis No: 1887). İşte buyurun demek ki İslam’ın yozlaştırılmadığı dönemlerde, durumu camiye gitmeye müsait olan kadınlar her namazda olduğu gibi Cuma namazına da katılmışlardır. 

                Başka bir yozlaşma daha kaydetmek istiyoruz: Cuma namazından önce okunmakta olan hutbe, Muhammedî bir uygulama değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında, şimdiki bayram namazlarında olduğu gibi Cuma hutbesi de namazdan sonra okunmaktaydı. Ancak “Dört Halife” döneminden sonra hilafetin Emeviler’e geçmesi üzerine namazdan sonra verilen hutbelerde Hz. Resul (as) ahfadına yakışıksız sözlerle dil uzatılmakta olduğu için bu hitapları dinlemek istemeyen cemaat camiyi terk etmeye başladı.  Bunun üzerine namazı beklemekte olan cemaate dayatılmak üzere, hutbeler namazdan önceye alındı. Aynı uygulama Abbasiler döneminde de kendileri açısından lüzumuna binaen devam ettirilerek günümüze kadar intikal ettirildi.

                Günümüzde haftada bir olduğu için hutbe okumaya adeta susamış bulunan imam hatipler hutbeleri bayağı uzun tutmaktalar. Yaptığımız araştırmalardan öğrendiğimize göre Hz. Resul (as), hutbeleri çok kısa tutuyordu. Hitabı ise ayetlerin anlatımı şeklindeydi. Kanaatimize göre hutbeleri uzun tutmak, haftada bir olan ve kutsallık atfedilen Cuma namazı münasebetiyle camiye gelen yaşlı ve kısmen rahatsız olmalarına rağmen cemaate iştirak eden insanlar açısından doğru olmasa gerek. Özellikle erkeklerde yaşlılıkla birlikte oluşan prostat büyümeleri sebebiyle idrara sıkça çıkma ihtiyacından dolayı, abdest konusunda sıkıntı yaşayan cemaat insanı olabilir. Bu münasebetle hutbeleri kısa tutmanın bu açıdan faydalı olacağı düşünülmektedir. Bu husus, bendenizin naçizane bir hatırlatması olup; bununla ilgili herhangi bir dinî kayıt söz konusu değildir.

                Bu konudaki diğer bir husus da, aslı esası iki rekât olan bu namazın adeta 8X2 şeklinde 16 rekâta çıkarılması meselesidir. Kim ve hangi dinî otorite buna cesaret etmiş cidden araştırmadığım için bilemiyorum. Esasen gerek de duymadım Zira naçizane kanaatime göre bunu araştırma abesle iştigal olur. Hele bir de ZÜHRÜ AHAR veya ZÜHRÜAHİRadı altında şek ve şüpheye dayalı olarak kılınan dört rekât namaz var ki hak rast getire. Neymiş efendim, kıldığımız namaz şayet kabul olmadıysa bunun yerine geçmek üzere dört rekât namaz daha kılmak gerekliymiş. A birader Allah’a hâşâ faks mı çektin de namazın kabul olmadığını anladın da bu ad altında kabul olsun diye bir namaz daha kılıyorsun. Bu ad altında kıldığın namazın Allah indinde kabul bulacağını nereden biliyorsun. Ne diyelim. Allah akıl ve izan lütfeylesin. Bunun sebebi mezhepsel söylemlerle alakalı olup Cuma namazının nerelerde ve kimlerin imametiyle kılınması gerektiği hakkındaki bazı varsayımlarla alakalı olduğu, kaynakların kaydından anlaşılmakta ise de birçok araştırmacı otorite böyle bir uygulamayı reddetmektedir. Mesela deniyor ki Sultan yani devlet başkanı imamlık yapmalı. Böyle olmadığı takdirde o namaz geçersiz olur. A birader doğrudur Hz. Resul’ün “Asrısaadetinde” bizzat Hz. Resul (as) her bir namaza imamlık yapıyordu. Ama Hz. Resul (as)’ün irtihali ve İslam’ın birçok ülkeye yayılması, tabii olarak bu kaydın ortadan kalkması zaruretini doğurdu ve o memleketteki yetkililerin birisi imamlık yapmaya başladı. Hatta burada bir konuya ilişkin bir not düşmek istiyorum: Malatya Söğütlü Camiinde imamlık yapan Mustafa Altunkaya adlı imam “Zühr-ü Ahar” namazını kılmıyor diye cezalandırıldı. Bu zat, İdare Mahkemesinde yaptığı bilimsel bir savunma sayesinde söz konusu cezasını kaldırttı.

                Şimdi bazı tuhaf söylemler devletimiz için de dile getirilmektedir. Deniyor ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik bir devlet. Bu münasebetle din ile devlet işleri yekdiğerinden ayrılmış durumda. O halde bu devlet dinsiz sayılır. Böyle olunca da bu devletin tayin ettiği imamlar arkasında namaz kılınmaz. Allahümmessabirin. A mübarekler sizler ayda mı yaşıyorsunuz. Cümle İslam âlemi ne yapıyorsa biz de onu yapıyoruz. Kaldı ki laiklik asla ladinilik, yani dinsizlik demek değildir. Bilmeyen araştırabilir. Bendeniz İnkılâplar üzerine doktora yaptım. Bunun böyle olmadığını öğrendim ve anladım. Şayet tatmin olmayan bir din kardeşimiz varsa, çokça kayıtlara sahip olan bu hususu araştırıp öğrenebilir.

                Bu konuda en son olarak Cuma hutbelerinde Arapça okunan duaların, belki bilmek isteyen okuyucular için bir faydası olur düşüncesi ile Türkçesini vermek istiyoruz. Daha önceleri hutbelerin tamamı, yani günümüzde Türkçe okunan kısmı da dâhil olmak üzere Arapça okunmaktaydı. Ancak 1932’de Türkçeleştirilmeleri kararlaştırılarak bu son şekli verildi. Ama bu uygulamada dahi cemaat için önem arz eden önemli bir kısmı yine de Arapça bırakılmış durumda. Mesela “ İzakurialKur’an’ufastamiulah ve ansituleellekumturhamunMeali: “Kur’ân okunduğu zaman, Onu dinleyin ve anlayın. Umulur ki merhamet olunursunuz” şeklindeki ayet yine Arapça verilmekte ve cemaatin % 99’u hatta bazı camilerde %100’ü bu ayetin manasını bilmemektedir. Kanaatimizce bu kısmın dahi Türkçe verilmesi gerekirdi. Zira hatibin anlatacaklarından yüz bin kat önem arz etmektedir. Diğer taraftan Hz. Resul (as)’ün :” Günahından tövbe eden hiçgünah işlememiş gibidir” müjde mahiyetindeki Hadisi: “ Ve kale aleyhissalatüvesselam; attâibuminellezinebikemen lâ zenbeleh” şeklinde Arapça verilerek Arapça bilmeyen cemaat bu müjdeli haberden de mahrum bırakılmaktadır.

                Bu kısmı biraz daha detaylandırarak bu konudaki sözümüzü bitireceğiz. Önceki paragrafta kısmen değindiğimiz hususu daha da detaylandırmak suretiyle konuya biraz daha anlam kazındırmak istiyoruz. Cumaya giden cemaatin bildiği üzere, hatipler minbere çıkarken dualar okumaktalar. İşte bu duaların bir tanesi minbere yönelirken, bir diğeri, minber kapısında, bir başkası 3’üncü basamakta, bir ötekisi de 5 veya yedinci basamakta okunur ki bu dualar sessiz yapıldığı için cemaati ilgilendirmemekte ve tamamen hatibin kendisine mahsus dualardır.

                Gelelim cemaate hitaben okunan dualara:  Birinci hutbe. Yani hatibin hitaptan sonraki oturuştan önceki dua: AlhamdulillahiRabbel âlemin. Vesselatüvessealamu âlâ rasülinâMuhammeden ve âlâ âlihî ve sahbihîacmain. Neşhedüenne lâ ilahe illallah. Vahdehu lâ şerike lehu ve neşheduenneseyyidenâMuhammedenabduhû ve rasulühü. Amma ba’du fe yâibadallah. İttekullahe ve etiu. İnnellahemeellezinettekavvellezinehummuhsinun. Anlamı: “Hamd Allah’a mahsustur. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, ehline ve ashabına salât ve selam olsun. Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına O’nun ortağı olmadığına şahitlik ederiz. Ve yine şahadet ederiz ki Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Allah’ın kulu ve resulüdür. Ey Allah’ın kulları, Allah’a karşı gelmekten sakının ve O’na itaat edin. Şüphesiz Allah takva sahipleri (sorumluluk bilincinde olanlar) ile beraberdir.”

                Hutbenin sonuna doğru da şu dua okunmaktadır: “  Alâinneahsenel kelam ve ablağannizam.Kelamullahulmelikilazizilallâm. Kemakalellahutebareke ve Teâlâ fil kelâm. Ve izaKurialKur’anufastemiulah ve ensituleellekumturhamun. Euzubillahimineşşeytaniracim. Bismallahirrahmeanirrahim.İnne dine indellahel İslam. Sadakallahulazim”. Anlamı: Dikkat ediniz ki sözün en güzeli, Nizamın en kapsamlısı; Aziz, Mülk sahibi ve her şeyi bilen Allah’ın kelâmıdır. Yüce Allah Teâlâ’nın Kur’anında buyurduğu gibi “Kur’ân okunduğu zaman, O’nu dinleyin umulur ki merhamet edilirsiniz. Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. Şüphesiz, Allah katında din İslam’dır.”

                Daha sonra İslam âlemi hakkında Türkçe bir dua okunur. Arkasından ve en son olarak da : “ İnnellaheya’muru bil adli velihsani ve itâizilkurbâ ve yenhâanilfahşâivanilmünkerivelbağiy.Yaizukumleellekumtezekkerun.” Meali: Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” ( Nahl (Balarısı) Suresi, 90.Ayet.).

                Tüm hutbelerin sonunda ve her hatip tarafından okunan bu ayet bazı hatipler tarafından Türkçe meali veriliyorken bazıları tarafından ise verilmemektedir. Türkçe mealini cemaate söylemeyen imamların vebal altında olacağını düşünmekteyiz. Zira bu İlahî söylem, kendisinin Türkçe hitabı ile dile getirdiği hususlardan fevkalade önemlidir ve cemaatin irşadı bakımından kaçınılmazlık arz eder mahiyette olsa gerek.

                Söz konusu ettiğimiz bu ayet; Emevi halifesi olup, annesi tarafından halife Hz. Ömer (r.a.)’in torunlarından olan Ömer bin Abdülaziz’in emriyle; daha önceleri Peygamber (s.a.s) ahfadına dil uzatma şeklindeki söylemlerin yerine koydurulmuş ve bu tarihten sonra o yergi yerine bu ayet okunmaya başlanmış ve bu gün de devam edilmektedir. 

 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
21Mar
24Şub

ÖRT Kİ ÖLEM

11Şub

Şu İşe Bak

10Oca

BİR YILAN HİKÂYESİ

17Ara