Numan Kurtulmuş: 'Atatürk bu adamı kızılcık sopasıyla kovalardı'

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, 'CHP de bu adamla ilgili soruşturma başlatmalı ve gerekli cezayı vermelidir. CHP ise destekleyen bir görüntü çiziyor. Rahmetli Atatürk hayatta olsaydı bu adamı kızılcık sopasıyla kovalardı' dedi.

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, 'CHP de bu adamla ilgili soruşturma başlatmalı ve gerekli cezayı vermelidir. CHP ise destekleyen bir görüntü çiziyor. Rahmetli Atatürk hayatta olsaydı bu adamı kızılcık sopasıyla kovalardı' dedi.

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, Anadolu Medya Yayıncıları Derneği tarafından Bosna Hersek'te düzenlenen medya çalışmaları çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Saraybosna Büyükelçiliğinde gazetecilerle bir araya geldi. Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Numan Kurtulmuş, gazetecilerden gelen soruları yanıtladı. Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret eden CHP'li Engin Özkoç'un partisi tarafından cezalandırılması gerektiğini söyledi.

Türkiye'nin temel amaçlarından birisinin de Balkan coğrafyasında istikrar ve kalkınmanın sağlanmasını temin etmek olduğunu belirten Numan Kurtulmuş, 'Burada hem siyasi istikrarın hem ekonomik istikrarın atbaşı yürümesini temin etmek. Bunun için bütün Balkan ülkeleriyle yakın ilişkilerimizi sürdürmek gibi temel bir stratejimiz var. Ve bu çerçevede de bu istikrar ve kalkınmayı sağlayacak olan en önemli unsurun da iş birliği olduğunu biliyoruz. Bütün buradaki devletlerle, halklarla yakın iş birliğini geliştirmek gayreti içerisindeyiz. Ve bu konuda da oldukça iyi mesafe alındığını Balkanlar'a her geldiğimizde görüyoruz. Tabii ki Balkan ülkelerinin de belli sıkıntıları var, sorunları var, bunların farkındayız ama Türkiye olarak özellikle Saraybosna ve Bosna Hersek başta olmak üzere bütün Balkan ülkeleriyle bu yakın ilişkimizi sürdüreceğiz. Her alanda bu ilişkilerimizi daha da ileri götürmek için gayret sarf ediyoruz. Anadolu Yayıncılar Derneği'nin (AYD) bu gezisinin de bu anlamda katkı sağlayacağını ümit ediyorum, halkların daha da yakınlaşmasını temin edecek bir çalışmadır, bundan dolayı da teşekkür ediyorum' diye konuştu.

'Oynanan oyunun farkındayız'

Ortadoğu coğrafyasının parçalanmaya çalışıldığını gördüklerini belirten Kurtulmuş, 'İdlib, hatta Suriye işin bir özel kısmı ama esas oynanan oyunun, karşımızdaki senaryonun, emperyal projenin farkına varmamız lazım. Türkiye olarak bizim en büyük avantajımız burası. Biz sadece oynatılan kuklaları görmüyoruz, o kuklaların arkasındaki kuklacıları da görüyoruz. Büyük oyunun adını biliyoruz. Ve maalesef bir asır evvel Osmanlı cihan devletinin yıkılma süreciyle birlikte başlayan bölgenin her bakımdan, siyaseten, kültürel olarak, halklar arasındaki düşmanlıklar bakımından dağıtılması projesinin, yani Sykes-Picot şeklinde müşahhaslaşan bölüştürme projesinin maalesef bir asır sonra ikinci versiyonunun devreye sokulduğunu görüyoruz. Ve bir taraftan etnik ayrıştırmalarla, bir taraftan mezhebi farklılıklarla, bütün geniş Ortadoğu coğrafyasının paramparça edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Çok sayıda ülkede iç karışıklıkların çıkarıldığını, ülkelerin siyasi olarak, fiziki olarak bölündüğünü işte Yemen ortada, Libya ve Mısır siyasi bölünmüşlük bakımından ortada. Suriye paramparça hale getirildi, Irak'ın dağılması, parçalanması süreci başka bir proje olarak ortada duruyor. Ve başından itibaren bu ikinci Sykes-Picot'nun esas hedefinin Türkiye olduğunun farkındayız. Yani Cumhurbaşkanımız bunu birkaç sefer de dile getirdi, sadece dağılması istenen Irak ya da Suriye değil, esas itibariyle bu bölgenin ana aktörü olan, bu bölgenin tabir-i caizse kilit taşı olan Türkiye'nin burada sökülüp alınması, dağılıp parçalanmasıdır. Oyunun böyle olduğunu gördükten sonra, detaydaki bütün mücadelemizde ilgili gücümüzü de artırarak yolumuza devam ediyoruz. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken, bu bölünme, parçalanma senaryosuna karşı daha fazla derlenip toparlanmak, daha fazla birlik, beraberlik ve entegrasyonu sağlayabilecek çalışmaların içerisine girmemizdir. Oyun aynı oyun. Ben geçenlerde haritalar üzerinden çalıştım. 1900'ün başı, yani 20. yüzyılın başındaki Osmanlı cihan devletinin haritasıyla, sadece 20 yıl sonraki harita arasında muazzam bir fark var. 3 milyon kilometrekareyi aşkın o geniş topraklardan, 20 yıl içerisinde 780 bin kilometrekareye düşmüşüz ve orada hatta Hatay bile yok. Çok çeşitli oyunlar sergilenmiş. Bunlardan birisi etnik ve mezhebi farklılıkların ortaya konularak halkların birbirine düşman hale getirilmesidir. İşte, 6 asır boyunca Osmanlı barış düzeni içerisinde yaşayan Balkanlanlar, sadece 20 yılda paramparça hale getirilmiş ve bütün Balkan halkları birbirinden uzaklaştırılmıştır. Aynı şekilde Filistin toprakları, Arap yarımadası, hatta Yemen'e kadar uzanan Osmanlı hakimiyeti, bir takım kabileler ırkçılık üzerinden teşvik edilerek, kışkırtılarak Osmanlı'ya karşı ayaklandırılmış. Aynı şekilde Anadolu toprakları ve Güney Kafkasya, bir takım Ermeni çeteleri üzerinden parçalanmış. Bir bakıyoruz, o dönemde uygulanan bu etnik bölüşme, mikromilliyetçilik tezleri, bugün yeniden temcit pilavı gibi ısıtılıp gündeme getirilmiş. Bugün 'vekalet savaşı' olarak adlandırdığımız terör örgütlerinin üzerinden bölgenin dizayn edilmesi meselesi o zaman da vardı. İşte bugün belki DEAŞ'la, PKK'yla, PYD'yle bölgeyi dizayn etmeye çakışanlar, maalesef o zaman da başka emperyal güçlerin oyuncakları olarak bazı terör örgütlerini kullanmış. Mesela İngilizler, Filistin topraklarından çekildikten sonra Irgun, Hagana, Stern gibi Yahudi, siyonist terör örgütleri oranın Müslümansızlaştırılmasını sağlamak için araç olarak kullanılmış. Yine aynı şekilde işte Taşnaklar ve diğer Ermeni çeteleri Anadolu'nun ve Güney Kafkasya'ın dizaynı için kullanılmış, yine buralarda Bulgar çetecileri, Romen çetecileri, Rum çetecileri, bu Balkan coğrafyasında kullanılmış. Aslında oyun aynı oyun, aynı oyun bir kere daha kullanılıyor, bir kere oynanıyor ve bu oyunda da bölge halkları hem daha fazla parçalanmaya hem daha fazla birbirinden ayrıştırılmaya çalışılıyor. Bizim en büyük avantajımız bu oyunu görüyor olmamızdır. Allah bu oyunu bozabilecek güç, kuvvet ve imkan versin. Türkiye bir taraftan da bu gücü elde etmeye çalışıyor' şeklinde konuştu.

'Demokratik bir Suriye'nin inşasından yanayız'

Suriye'de bütün halk kesimlerinin işin içerisinde olduğu, demokratik bir Suriye'nin inşasından yana olduklarının altını çizen Kurtulmuş, 'Suriye özeline gelince, Suriye'de bu projenin önemli uygulama alanlarından birisidir. Bir sürü bölge dışı aktörün, kendi bölgesel güçlerini artırmak için kullandığı bir siyaset zeminidir ve maalesef vekalet savaşlarının asli unsurları yüzünden Suriye tam manasıyla bir kanlı satranç tahtasına döndürülmüştür. Bizim Türkiye olarak başından itibaren buradaki pozisyonumuz bellidir. Biz Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız, eyvallah. Biz Suriye'de kimin iktidara geleceğini değil, bundan sonra kimlerin Suriye'yi yöneteceğini değil, Suriye'de bütün halk kesimlerinin işin içerisinde olduğu, demokratik bir Suriye'nin inşasından yanayız. Bunun temin edilebilmesi için Suriye'deki bütün terör örgütlerinin, Türkiye'ye karşı da büyük zarar vermiş olan terör örgütlerinin, Suriye'den ve bölgeden temizlenmesinden yanayız. Aynı şekilde Suriye'deki iç savaşın en ağır faturalarından birisi olan göç meselesi. Türkiye'de 3 milyon 700 bin Suriyeli var yaklaşık, diğer ülkelerden gelen göçmenlerle birlikte 4 milyon bir göçmen nüfusu var. Bu büyük göç dalgasının, artık Türkiye için katlanılması oldukça zor bir noktaya geldiğini biliyoruz ve daha fazla göç dalgasının olmaması için de Türkiye olarak bütün gücümüzü ortaya koymaya gayret ediyoruz' açıklamasında bulundu.

'İdlib, Türkiye'nin ulusal güvenlik meselesidir'

İdlib'de bambaşka bir oyun oynandığını belirten Kurtulmuş, 'Bütün bu genel çerçeve içerisinde bambaşka bir oyun oynanmaya çalışılıyor. İdlib, tabir-i caizse bir Srebrenitsa, bir Grozni gibi yapılmaya çalışıldı. Yani farklı yerlerden gelip oraya toplanmış olan 4 milyonluk nüfus, üstlerine okulları, hastaneleri de bombalanarak buradaki halk hem oradan ciddi şekilde insansızlaştırma sürecinin içine sokuldu, hem de oradaki göçün Türkiye'ye doğru yönelendirileceği bir süreç başlatıldı. Türkiye olarak buna karşı seyirci kalmayacağımızı başından itibaren ifade ettik. Ve orada nasıl PYD, PKK üzerinden bize gelen herhangi bir tehdide karşı Türkiye olarak seyirci kalmayacaksak, rejim tarafından da bize yapılan saldırıları da asla cevapsız bırakmayacağız. Bunu da her vesileyle ifade ettik. Hem Suriye'deki insani drama son vermek, hem Suriye, İdlib üzerinde rejimin bize uyguladığı baskı politikalarını önlemek hem de Mehmetçiğin hesabını sormak bakımından çok kararlı ve çok güçlü bir operasyon başlattık. Bu operasyon sonucu tabir-i caizse rejimin bize vermiş olduğu zayiatın yaklaşık 100 katını rejim güçlerine verdirmiş olduk. Bu Türkiye'nin kararlılığını dosta düşmana gösteren bir gelişmeydi. Ve Türkiye'nin şaka yapmadığı, sözlerini söylerken bunu masada güç elde etmek için söylemediğini, gerekirse sahada, en ağır bedeli ödeyerek masadaki tezlerini kuvvetlendirmek için çalışacağını cümle alem görmüş oldu. Ve bizim tabii en büyük avantajlarımızdan birisi de masada ne söylüyorsak, masanın arkasında da önünde de onu söylüyoruz. Amerikalılara ne söylüyorsak Ruslara da onu söylüyoruz, Avrupalılara da onu söylüyoruz. Tezimiz bellidir, açıktır, burada şeffaf ve aşikar bir dış politikayı hem Suriye konusunda hem Ortadoğu politikalarımız konusunda, özelde de İdlib konusunda ortaya koyduk. Ve inşallah bu son Moskova'daki anlaşmaya da böyle bir süreç içerisinde gidildi, böyle bir atmosferde gidildi. Türkiye'nin kararlılığı görüldü ve ümit ederiz ki Moskova'da sağlanan bu anlaşma tam manasıyla sahada uygulanır ve burada kalıcı ve istikrarlı bir ateşkes ortaya konulur. Daha evvel de bazı tezler kabul edildi, bazı sonuçlara varıldı ama uygulaması yeterince başarılı olmadı diyenler olabilir. Türkiye olarak da şunu çok açık baştan beri söylüyoruz; Moskova'da bu mutabakat sağlanmıştır, mutabakatın uygulanması için garantör devlet olarak Ruslardan bunun gereğini yerine getirmesini bekliyoruz ama eğer sahada Türkiye'nin herhangi bir unsuruna karşı bir saldırı yapılırsa da buna karşı da sonuna kadar hem uyanık olacağımızı hem de gerekli cevabı en üst perdeden vereceğimizi ifade ediyoruz. Dolayısıyla bizim gerçekten istediğimiz şey, bir barışın sağlanmasıdır. Suriye'de esas çözümün askeri çözüm olmadığını, mutlaka siyasi çözüm olduğunu ve bunun tek yol olduğunu başından itibaren söylüyoruz. Moskova'da varılan mutabakat, siyasi çözümün önünü açan bir mutabakattır. Burada Rus tarafının da çok daha kararlı bir şekilde, özellikle Astana ve Soçi süreçleri sonucu ortaya çıkan anayasa yapım sürecine destek vermesi, bütün dünyanın, uluslararası camianın destek vermesi ve böylece süratle Suriye'nin içinde bulunduğu bu ağır krizden kurtulması ve anayasayı yapmak için bir taraftan başlaması lazım. Bunun zor olduğunu biliyoruz ama bundan sonra ülkelerin sahadaki vekillerini kışkırtmak yerine, bir araç olarak, bir maşa olarak kullandıkları silahlı güçleri kullanmak yerine bu anlamda Suriye halkının masada bir anayasa yapma sürecine destek vermeleri lazım. Sonuçta Türkiye ezcümle kararlı duruşuyla, ne yaptığını bilen tavrıyla, tarzıyla, Moskova'da istediğini almıştır. Biz barışın ortaya çıkması için gayret ediyorduk, dolayısıyla ciddi bir ateşkes zemini olmuştur. Şimdi bundan sonra uygulamaya bakacağız. Yani nasılsa anlaştık, imzalar atıldı diyerek rahat bir şekilde bu işi kendi oluruna bırakmayacağız, bunun sahada her aşamada takipçisi olacağız, kontrol edeceğiz. Biz, kendi garantörlüğümüz altındaki bölgelerdeki sorumluluklarımızı zaten yerine getiriyoruz, bundan sonra çok daha ciddi bir şekilde yerine getirmeye gayret edeceğiz. Karşı taraftan da, Rus tarafından da aynı duyarlılığı bekliyoruz. Türkiye'nin şaka yapmadığını, Türkiye için Suriye meselesinin, İdlib meselesinin seçeneklerden bir seçenek olmadığını, Türkiye için bir zorunlu ulusal güvenlik meselesi olduğunu herhalde bütün muhataplarımız bir kez daha anlamışlardır, görmüşlerdir. Bir başka ülke için, diyelim ki burada açık söyleyeyim, Amerika için Rusya için Suriye ya da İdlib özelinde konuşuyorsak, buralar, konuşulan yerler, binlerce kilometre ötedeki problemli alanlardır, kriz bölgeleridir, Türkiye için ise hemen komşusunda başlayan büyük bir yangındır, Türkiye bu yangının kendisine sirayet etmesine asla seyirci kalamaz. Kendisine oradan gelecek olan saldırılara da bir şekilde sessiz kalması mümkün değildir. Bu kararlılığı göründüğünü bütün dünya görüyor ve Türkiye bundan sonraki süreçte çok daha güçlü, çok daha dikkatli bir şekilde bu süreci takip edecektir' dedi.

'Avrupa Birliği ve dünya ülkeleri artık ikiyüzlülüğü bırakmalıdır'

Türkiye'nin göçmen meselesinde çok başarılı bir insanlık dersini dünyaya verdiğini kaydeden Numan Kurtulmuş, 'Yani sadece meselenin Ege'deki göçmenler kısmı bile tek başına bir destandır. Türkiye, Ege Denizi'nden on binlerce insanı ölümden kurtarmıştır. Türkiye bugün 4 milyona yakın mülteciye ev sahipliği yapıyor. Göçmen meselesi, bu Türkiye'den kaynaklanan bir sorun değil. Irak'ı biz işgal etmedik, Suriye'de iç savaşı biz çıkarttırmadık, Afganistan'ı biz işgal etmedik, Afganistanlı mültecilerin kendi ülkelerini bırakmalarının sebebi Türkiye değildir. Dünyanın birçok yerindeki açlık, kıtlıkların sebebi Türkiye değildir. Bütün bu sebeplerle ortaya çıkan milyonlarca insan, sadece hayatta kalmak için mücadele ediyor. Iraklı babanın o TV kameraları karşısında titreyişini hiç unutmam. Ailesinden 5-6 kişiyi bir bot faciasında kaybetmiş, kendisi sağ salim sahile çıkarılmış, yani hangi baba çoluk çocuğunu bota koyar da karşı tarafa ölümüne gider. Adamın zaten ayakta kalması mümkün değil, ben öldüm hiç olmazsa çocuklarımı kurtarayım diye oraya gitmeye çalışıyor. Bu şartları biz oluşturmadık. Bu şartların hiçbirisinin oluşmasında Türkiye'nin, Türk milletinin zerre miskal bir etkisi yoktur. Şimdi, hem birileri dünyada böyle mülteciler için ağır şartların oluşmasına ve mültecilik sorununa neden olacaklar hem de bu sorunla Türkiye'yi yalnız bırakacaklar. Bu hakkaniyetli değildir, bu adil bir tavır değildir. Defaatle Cumhurbaşkanımız, bizler, bütün uluslararası resmi toplantılarda bunu dile getirdik. Her seferinde 'aferin' dediler. Avrupa ile olan ilişkimizde ise biliyorsunuz, bir anlaşma zinciriydi, geri kabul anlaşmasıydı, Türkiye'ye gelen göçmenler karşılığında biz onları Avrupa'ya göndereceğiz, onun karşılığında Avrupa Birliği (AB) de bize belli desteklerde bulunacak. Ama şunu söyleyeyim, bizim orada yükümlülük olarak söz verdiğimiz hususların hepsini biz yerine getirdik, Avrupa hiçbir tanesini yerine getirmedi. Dolayısıyla burada bir çifte standart, daha açık söyleyelim, ikiyüzlülük, siyaseten tutarsızlık ve mülteci sorunu karşısında ne yapacağını bilmeyen bir tavrın, bir tarzın olduğunu görüyoruz. Mesele biraz da böyle çok boyutlu bir meseledir, yoksa sadece Türkiye kendi sınırlarını açıyor mu, açmıyor mu meselesi değildir. Biz şimdiye kadar bu insanlara ev sahipliği yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Yine Cumhurbaşkanımız geçenlerde bir vesileyle söyledi, mesele para değildir, beylerin paraları çok kıymetli olabilir, bu milletin hamiyetperverliği onların cimriliğinden daha fazladır, daha güçlüdür. Bu millet yine sonuna kadar bu desteği yerine getirir, ama bu dünya siyasetinin en önemli gündem maddelerinden birisi ve bütün dünya milletlerinin ortak bir sorunu. Avrupa ile ilgili, Doğu Akdeniz işte Türkiye üzerinden geçen göçmenler, bırakın burayı her gün Akdeniz'in bir yerinde bir kaçak göçmen gemisi var. İtalya'ya geçmeye çalışıyor, İspanya'ya geçmeye çalışıyor, Malta'ya geçmeye çalışıyor, Yunanistan'a geçmeye çalışıyor. Allah aşkına niye oturup da bu göçmen krizinin arkasındaki esas nedenler nedir diye düşünmüyorlar? Bu kadar işgallerin, bu kadar çatışmaların, bu kadar savaşların, bu kadar iç çatışmaların olduğu yerde bir de dünyada bu kadar ağır bir küresel gelir dağılımı adaletsizliği sürdüğü sürece, hiçbir politik farklılık olmasa dahi bu adamlar, bu göçmenler, yaşamak için Batı'ya, gelişmiş ülkelere göç etmek durumunda kalıyorlar. Bırakın Yunanistan gibi kapılarını kapatmayı, ben şunu söylüyorum, gökyüzünü çelikten bir gökkubbe ile bile örtseler dünyadaki bu haksızlıklar, zulümler, adaletsizlikler, devam ettiği sürece, göçmen meselesi dünyanın bir numaralı gündem maddesi olmaya devam edecektir. O zaman gelin, buyurun oturun bunu konuşalım. En azından Avrupa bölgesiyle ilgili, Doğu Akdeniz ile ilgili göçmen meselesini konuşuyorsak, burada sadece Türkiye yaşamıyor. Sadece Türkiye diye bir devlet yok. Birçok devletin ortak sorunudur. Bu işin kaynağından çözülmesini temin edelim. Biz bu konuda da insani yaklaşımımızı sürdürüyoruz ama maalesef muhataplarımızın bu konudaki tavırlarının arkasında, bir de belki bu göçmenlere insan nazarıyla da bakmamalarının yattığını görmemiz lazım. Bunlara, öteki, yabancı, Asya'nın, Afrika'nın pis insanları gözüyle belki bakıyorlar ama bir taraftan da bu göçmen meselesiyle birlikte şunu da görmeleri lazım, Avrupa'da özellikle artan faşizm boyutlarına gelen aşırı ırkçılığın, milliyetçiliğin Avrupa siyasetini zehirlediğini görüyoruz. Çok boyutlu bir mesele halini almıştır. Burada ortak, insaniyete dayalı bir çözüm getirilebilir. Biz birkaç sene evvel şöyle bir teklifte bulunmuştuk; Türkiye milli gelirine göre gayrı safi milli hasılasına göre yardımlar konusunda dünya birincisidir. Samimiyseniz buyurun UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) diye bir kuruluş var, biz dünyanın en zengin ülkesi değiliz, her ülke kendi gelirine göre ortak bir karar alsın ve göçmen meselesini çözmek için milli gelirinin belli bir oranını UNHCR fonlarına göndersin. Bunu da yapmazlar. Dolayısıyla çoğu sebeplerini kendileri teşkil ettikleri bu küresel göç meselesinin arkasında bunu çözecek bir iradeyi ortaya koymazlar, çünkü ne yazık ki bazı ülkeler bunu insanlığın ortak sorunu olarak görmüyor, kendilerinin de dahillerinin olduğu bir mesele olarak görmüyor. Biz sonuna kadar mücadelemize devam edeceğiz. Bu garip insanlara ev sahipliği yapıyoruz ama kusura bakmayın, kimse de şöyle düşünmesin, Türkiye bizim adımıza bunları orada bir ara istasyon olarak tutsun, bizim başımıza bela etmesin diye düşünüyorlarsa, bu bizim zaten yüklenebileceğimiz, tek başına kaldırabileceğimiz bir mesele değildir. Ya samimiyetle ortak bir çözüm bulunacak ya da herkes istediği ülkeye gitmekte serbesttir' diye konuştu.

'Srebrenitsa'da, Saraybosna'da yaptıklarını İdlib'te yapmak istediler'

Saraybosna'da yapılanların İdlib'de yapmak istendiğini söyleyen Kurtulmuş, 'İdlib'de son dönemde iki şey oldu. Birisi demin ifade ettiğim, 800 bin nüfusu olan bir yer orası, Suriye'nin başka taraflarından gelen insanlarla nüfusu 4 milyona yaklaşmış. Orayı insansızlaştırma. Yani ağır bombardımanlarla, gideni göndermek, kalanı öldürmek gibi bir politikayla, aynen, hiç abartısız söylüyorum, Srebrenitsa'da, Saraybosna'da yaptıklarının benzerini orada yapmaya gayret ettiler. Türkiye'nin oradaki masumları korumak için harekete geçmesi bu planı suya düşürdü, bir. İkincisi, planın ikinci parçası ise bu 4 milyonun içerisinden yaklaşık yarısına yakın bir kısmının Suriye sınırına doğru sürüklenmesi ve onların da Türkiye'de yeni bir göç dalgası oluşturması, bunun da Türkiye üzerinde yeni bir siyasal sonuç ya da siyasal tablo oluşturacağını biliyorlardı. Böyle bir planın olduğu çok aşikar görünüyor. Suriye'den gelecek ilave göç dalgalarını, sınırın hemen ötesinde kurmaya çalıştığı kamplarla, oradaki onları ağırlama imkanları ile onu da o şekilde bertaraf etti. Dolayısıyla o oyun da bir şekilde bozulmuş oldu. Sonuçta, Türkiye'nin sabrını belki denediler, ne yapabileceğini denediler, Türk askerine açıkça, alçakça bir saldırının belki diplomasi vasıtasıyla çözülebileceğini düşündüler. Hayır, öyle olmadı. Türkiye bu alçakça saldırının altında kalmadı, elhamdülillah, elindeki üstün mücadele yeteneği olan silahlı kuvvetlerimizle ve çok şükür çok üstün ve tamamı da yerli yapımı olan üstün teknolojili araçlarımızla bu mücadelede çok büyük bir mesafe aldık. Ve bu da oyunların tamamen bertaraf edilmesine neden oldu' şeklinde konuştu.

'Türkiye kendi eksenini tahkim ediyor'

Rusya'nın Türkiye'yi kaybetmeyi göze alamayacağını belirten Kurtulmuş, 'Rusya'nın rejime ciddi destek verdiği aşikardır ama öte taraftan biz krizin yoğun olduğu zamanda da şunu söyledik, Rusya hiçbir şartlar altında Türkiye ile ipleri koparmaya göze alamaz. Türkiye ile Rusya arasında özellikle son yıllarda gelişmiş olan çok ciddi ilişkiler var, stratejik ittifaklar var. İşte bunu sadece bir S-400 meselesi olarak görmeyin. Türkiye'nin Mavi Akım Projesi, Türk Akım Projesi, yapılacak olan nükleer santral meselesi, tarım hatta daha birçok alanda çok yakın ilişkiler, turizm alanında çok yakın ilişkiler. Evet, rejime arka çıkmıştır Rusya, rejimin orada yeni bir takım mevziler kazanmasını da istemiş olabilir ama ne zaman ki Türkiye'nin kararlılığını gördüler, Türkiye çok net bir şekilde buna müsaade etmeyeceğini ortaya koydu o zaman zaten Rusya'nın Türkiye'yi kaybetmeye göze alması asla düşünülemez. Zaten Moskova'daki mutabakatın da anlaşılmış olması, imzalanmış olması bu söylediğimizi teyit ediyor. Bölgede Suriye politikaları üzerine ciddi farklılıklarımızın olduğu aşikardır. Moskova'daki son anlaşmayı yaptık diye bütün bu aykırılıkların hepsi giderilmiş değildir, ama Rusya, aynı şeyi Amerika için de söylüyorum, arada ipler ne kadar gerilirse gerilsin Amerika da asla Türkiye'yi kaybetmeyi göze alamaz. Zaten ne Türk Amerikan ne de Türkiye Rusya ilişkileri böyle linear bir çizgide gelişmemiştir. İnişli çıkışlıdır. Tarih boyunca böyledir. Hatta öyle olmuştur ki şimdi koptu zannettiğimiz yerde tekrar restore edilmiştir. Artık yeni bir Türkiye var. Şunun herkesin görmesi lazım. Önceden bizde de söyleyenler oluyordu, 'Türkiye eksen kaymasına uğradı, Türkiye'nin ekseni değişiyor.' Türkiye'nin bir tane ekseni var o da kendi bildiği eksenidir. Türkiye artık ne o paktın ne şu grubun kendi çıkarları etrafında belirlediği alanda duracak bir ülke değildir. Türkiye kendi belirlediği, milli menfaatleri doğrultusunda belirlediği bir çizgisi var. Bu Suriye, İdlib meselesinde de bir kez daha ortaya çıkmıştır. En son Amerika ile yaşadığımız gerilimde de bu ortaya çıkmıştır. Rusya ile de ortaya çıkmıştır. Türkiye kendi eksenini tahkim etmeye çalışıyor. Daha güçlü bir Türkiye olarak bu bölgede ayakta durması lazım. Bu bölgedeki türbülans uzun süre devam edecek. Filanca grubun çevresinde duran bir peyk ülke olarak Türkiye burada varlığını sürdüremez. Güçlü, bağımsız bir ülke olarak ayakta durması lazım. Kimseyle kategorik olarak düşmanlık yapmıyoruz. Kimsenin de bize zarar vermesini müsaade etmiyoruz' ifadelerini kullandı

'Yasalara aykırı yayın, basın özgürlüğü değildir'

Yasalara aykırı yayın yapmanın basın özgürlüğü olarak görülmemesi gerektiğini söyleyen Kurtulmuş, 'MİT Yasasına karşı gelinmiş bir durum var. Mahkemede olan bir süreç. Evet basın özgürlüğü, herhalde dünyada herkesin hükümete istediğini söyleyebileceği bir ortam Türkiye'de mevcut. Böyle özellikle devletin yoğun mücadele içerisinde olduğu ortamda yasalara aykırı yayın yapmayı basın özgürlüğü olarak görmemesi gerekir. Devam eden bir süreç olduğu için daha fazla yorum yapmak istemiyorum' açıklamasında bulundu.

'Virüsle mücadelede ciddi bir çalışma sürdürüyoruz'

Sağlık Bakanlığının Coronavirüs ile ilgili ciddi bir süreç yürüttüğünü söyleyen Kurtulmuş, 'Maalesef bu virüs dünya ve Avrupa'nın birçok ülkesinde çok ciddi etkileri var. Üç beş kendini bilmezin sosyal medya üzerinden sallayarak kamuoyu oluşturacağı bir mesele değildir. Sağlık Bakanlığı konuyla ilgili fevkalade ciddi bir süreç yürütüyor. Dünya Coronavirüs ortaya çıktığında nasıl hareket edeceğiniz bilemezken Türkiye Çin'de 'Koca Yusuf' operasyonu yaparak vatandaşlarını alarak Türkiye'ye getirme becerisini gösterdi. En ufak bir şüphe olan yerde üzerine gidiliyor. Türkiye'de hiçbir vakaya rastlanmamıştır. Çok ciddi bir mesele. Şüphe görünen her yerde testler yapılmıştır ve bu testleri en hızlı yapan ülkeyiz' dedi.

'CHP, bu adamla ilgili soruşturma başlatmalıdır, aksi halde bu ahlaksızlığı destekleyen durumuna düşer'

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç'un Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili sözlerini de eleştiren Kurtulmuş, 'Şehitlerimizin olduğu, Türkiye'nin gerçekten zor bir süreçten geçtiği, Erdoğan-Putin görüşmesinin hemen bir gün öncesinde o görüntüler Meclis'e yakışmadı. Keşke olmasaydı. Görüntülerin ortaya çıkmasının sorumlusu CHP Grup Başkanvekilidir. Söylediği her kelimesini kasten seçerek seçilmiş Cumhurbaşkanımıza karşı ağıza alınmayacak, sokakta söylenmeyecek, son derece ağır hakaretleri bilerek kasten taammüden seçtiği kelimelerle suç işlemiştir. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Yıktın perdeyi eyledin viran diyoruz ya, bu bütün perdelerin yıkıldığı bir durumdur. Birde basın toplantısı üzerine Meclis Genel Kuruluna giriyor. Bu seviyesiz, ahlaksız, karaktersiz bir tavırdır. Zaten gerekli soruşturma başlatıldı. Benim de şahsi kanaatim bir an önce fezlekenin hazırlanıp TBMM'ye gönderilmesidir. Bu mesele sadece Meclis'i değil, CHP'yi ilgilendiren de bir meseledir. CHP de bu adamla ilgili soruşturma başlatmalı ve gerekli cezayı vermelidir. CHP ise destekleyen bir görüntü çiziyor. Rahmetli Atatürk hayatta olsaydı bu adamı kızılcık sopasıyla kovalardı. Bu vahim tabloyu CHP mutedil bir hale çevirmeli diye düşünüyorum' diye konuştu.

Bakmadan Geçme