İnançsızlığın Cinayetlere Etkisi - Dr. Hasan YAĞAR

İnançsızlığın Cinayetlere Etkisi


Güzelim Türkiye’de, idam cezasının kaldırılmasından sonra maalesef cinayetler azımsanmayacak derecede artmış durumda. Dikkat çekici özelliği bakımından, daha çok kadınlarla ilgili olanları, yoğun olarak gündemi işgal etmekte. Kanaatimizce cinayetlerin kadınlarımızla ilgili olanları daha çok kentlerde ve dolayısıyla medya grupları tarafından gözlemlemeye daha çok yakın olması bu yoğunluğu çağrıştırmakta. Bu da, sistemsiz ve bilinçsiz şehirleşmenin bir sonucu olsa gerek. Erkekler için olan cinayetler de en az kadın cinayetleri kadar vardır. Ancak fazla gündem işgal etmediği için gözden kaçabilmektedir. Cinsiyet farkı olmaksızın cinayetler lanetli fiiller olsa gerek.
    Burada hemen bir gözlemime yer vererek meselenin ne denli kahredici olduğunu vurgulamak istiyorum: Geçmiş yıllarda galiba TRT’ye ait bir TV programcısı “Kader Kurbanları” başlığı altında ceza evinde mahkûmlar arasında mikrofon gezdirerek burada bulunuyor olmanın nedenleri üzerinde bir araştırma yapmaktaydı. Birçok kişiden sonra sıra Doğu Anadolulu bir mahkûma gelmişti. Programcının neden burada bulunuyor olmanın sebebini sorduğunda muhatap mahkûm kendi bölgesi şivesiyle şöyle bir cevap vermişti: “Ağabek o benim tavuğumi vurmiş, ben de onu vurmişim.” Sebebe bakın. Bir tarafta her gün marketlerde yok pahasına satılan tavuk, diğer tarafta Yüce Yaratıcının bir şaheseri durumunda olan bir insan canı. İzah edebilirseniz edin bakalım. Bunun mantıklı hiçbir izahı yapılamaz. 
    Oysa Yüce Yaratıcı bu şaheser varlık için bir hayat kitabı olan Kur’an’da, hem uyarıda hem de müjdelemede bulunmaktadır: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini  (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide Suresi, 32.Ayet).  Diğer taraftan bir de Kur’an’da 76. Sure olarak İnsan Suresine yer verilmiştir. Buna paralel olarak keza Kur’an’ın 314 ayrı yerinde insan zikredilmiş bulunmaktadır.  Tüm bunlara ilave olarak Kur’an’da insanla ilgili şu tespitlere rastlıyoruz: “ Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin Suresi, 4.ayet). Bir başka tespit ise şöyledir: “ Ant olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Kendilerini karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık ve onu yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra Suresi, 70.ayet). Bu konudaki kanaatimiz, insanımızın bu ulvi değer ve bilgilerden mahrum bırakılmış olması doğrultusundadır. İnsanoğlu eğitim ve telkine müsait olduğuna göre insanımız bu İlahî mesajlardan haberdar olsaydı herhalde insanın hayatını allak bullak eden cinayetlere asla bulaşmazdı. Zira İlahî en son mesaj olan Kur’an, Zümer Suresinin 9. Ayetinde, kutlu elçisi aracılığıyla bizlere hitaben şöyle demektedir: “ …Ey Muhammed! De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” Bu da gösteriyor ki biz insanımızı bu konuda da bilgi sahibi kılamamışız. Kabul etmek gerekir ki, insan denen varlık iyilik ve kötülük olguları arasında seyrüsefer eder niteliktedir. Yaratılıştan kendisine bahşedilen melekeler sayesinde bunlar hakkında kendisine yapılan telkin ve verilen bilgiler sayesinde iyi ile kötüyü ve güzel ile çirkin şeyleri ayırt edebilir durumdadır. Bu yapılmadığı takdirde ise içgüdü, hırs ve ihtirasının kurbanı olabilmektedir.
    Merhum Atatürk’ün bir eğitim kurumu olarak vasıflandırdığı camiler de başta olmak üzere tüm eğitim kurumlarımızda insanımıza hayat denen inişli çıkışlı, dönemeçli ve düzlükteki yolculukta nasıl davranılması gerektiği mutlaka anlatılmalı ve öğretilmelidir. Nitekim trafik ve sürücülük eğitimi de bunun bir modeli değil midir? Bu kurumlarımızda, gerekli olan bilimseller yanında bir de birbirimizi sevme ve birbirimize saygılı olma hasletleri de behemehâl öğütlenmelidir. Bu konuda Hz. Peygamber’in: “ Hiç biriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe, tam anlamıyla iman etmiş olmaz.” söyleminden insanımız mutlaka haberdar edilmelidir. Bu ifadede polisliğin de şiarı olan “diğer gam olma” düsturu yatmaktadır. Gerçekten insanımız, yeryüzünde birlikte yaşadığı diğer toplumlardan daha kadirşinas ve daha şefkatli ve dahi merhametlidir. Yeter ki ona verilmesi gereken değeri ve bilgiyi verelim. Yeter ki kutsalları konusunda, başkalarına meyletmeyecek derecede doğru ve salim bilgilerle donatalım. Zira kişi bilmediğinin cahilidir. Devletin, her şeyden önce, kendisini oluşturan insanların yolunu aydınlatmak zorunda olduğu kanaatini taşımaktayız. Esasen devletin ebet müddet olmasının şartı da bu olsa gerek.
    Bilindiği üzere insan maddi ve manevi olmak üzere iki tabiatlıdır. Maddi varlığını doğadan temin ederek yaşayan insanın manevi yapısını da doyurmak gerekir. Aksi halde bu yönde aç kalan kişi umulmadık şeyler yapar. Zira insanın ruh denen manevi yapısı daha da karmaşıktır. Bu yapı uygun bir şekilde yapılandırılmadığı takdirde, ona sahip olan kişilik bir canlı bomba misalini teşkil eder. Akla hayale gelmez işler yapar durur. Kanaatimizce insanımız her şeyden önce bu yönüyle doyurulmalıdır.  
    Cinayetlerin, can almak olduğunu, başta caniler olmak üzere yediden yetmişe hemen herkes bilir. Ama can denen mucizevî ve şaheser olgunun Yüce Yaratıcının en büyük ve muhteşem bir eseri olduğunu, zannediyorum caniler fark etmemekte. Şayet caniler kendilerinin de sahip olduğu bu eşsiz eseri bir başkasının yaratamayacağını ve böyle bir şaheser aygıtı kırıp tahrip etmenin yaratıcısını gazaba getireceğini bilseler asla böyle bir yola girmezler.
    Caniler acaba damarlarının nasıl oluştuğunu ve adına kan denen hayat verici sıvının oraya nasıl yerleştirildiğini bir an olsun düşündüler mi? Veya onlara bu husus birileri tarafından hiç hatırlatıldı mı? Asla hatırlatılmadı. Eğer öyle olsaydı hiç bu bedbahtlar kendi hayatlarını berbat etmek pahasına böyle bir eyleme tevessül erdeler miydi? Hele hiç durmadan kan pompalayarak yaşamı sürdürmemizi sağlayan kalbin akılla pek izahı mümkün olmayan bu durumunu acaba caniler hiç akıllarından bir an olsun geçiriyorlar mı? Bu kalp ki, onu yaratan Yüce varlık bir Kutsi Hadiste• şöyle demektedir: “ Ben, yarattığım yer, gök ve onların arasındaki yerlere sığmam. Ancak kulumun o ufacık kalbine sığarım.” Peki, böyle bir kalbi tahrip eden cani, bir bakıma Allah’a saldırmış olmuyor mu? Evet, resmen saldırmış oluyor. Yukarıda da değinildiği üzer kişi, bilmediğinin cahilidir. Tabii ki caniler kalbin varlığını pekâlâ bilmekteler. Lakin bu olağanüstülükten habersizler. Onlara bu olağanüstülüğün derecesi ve yaptığı işin ne denli kötü olduğu anlatılmalıdır. Biz inanıyoruz ki bu özellik anlatıldığı takdirde temelde kendisi de öyle bir varlığa sahip olan bir kişi olarak her cani bu lanetli fiilden mutlaka sakınacaktır.
    Bilindiği üzere, özellikle kadın cinayetlerinin üstesinden gelmek babında, kadın sığınma evleri, yakın takip sinyalizasyon aletleri ve dahi kısmen koruma tahsisi yapılmış olmasına rağmen bu işin üstesinden bir türlü gelinemedi. Bu gidişle bu işin

· Kutsi Hadis: Anlamı manası Allah’tan sözleri Hz. Peygamber (s.a.s)’den olan hadisler. Kutsi: Mukaddes bir yüce varlığa (Allah’a) nispet edilen anlamına gelir. Hz. Peygamber’den Rabbine izafe edilerek rivayet edilmiş olan hadisler. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kalbine bir fikir ilham etmiş o da kalbine ilham edilmiş olan bu fikri dile getirmiş olmaktadır. ( İnternet,İhya.Org sitesi).

 

üstesinden gelinemeyeceğinin sinyalleri olarak yeni cinayetlerin varlığı bir gösterge olarak kabul edilmelidir. Bu kabulle birlikte bu tür insanımız arasında maneviyat geliştirme seferberliği başlatılmalıdır. İnanan insan kolay kolay hedef saptırmaz. Onun o manevi yapısı mutlaka onu frenler. Her hal ve şartta, ruhi yapı üzerine emek sarf eden psikolog ve psikiyatr insanlar ile insan inancı üzerine emek sarf eden vaizler, Din Dersi öğretmenleri ve dahi İlahiyat Fakültelerindeki akademisyenler   sanıyorum bendenize hak vereceklerdir.

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
21Mar
24Şub

ÖRT Kİ ÖLEM

11Şub

Şu İşe Bak

10Oca

BİR YILAN HİKÂYESİ

17Ara