Heybe Dinli veya Torba Dinli Olmak - Dr. Hasan YAĞAR

Heybe Dinli veya Torba Dinli Olmak


Yukarıya aldığımız ibarenin hayat hikâyesi şöyle: Gazi Mustafa Kemal Atatürk; vatandaşın, içinde bulunduğu olumlu veya olumsuz şartları yerinde incelemek ve edinilen bilgileri rapor etmek üzere, beş tane mebusunu Anadolu’ya gönderir. Anadolu’nun muhtelif yörelerini kolaçan eden bu ekip, en son olarak Karadeniz civarına gelirler. Kıyafetleri ve şiveleri bakımından bu yöreye pek uyarlı olmayan bu kişileri casus falan sanan köy korucuları hemen kendilerini yakalarlar. Yapılan ilk sorguda; ekip, kendilerinin Ankara’dan gelen Mebuslar olduğunu bildirir. 
          Bu kavrama oldukça yabancı olduğu anlaşılan korucular muhtara seslenerek:” Muhtar, bunlar Ankara’dan gelen mahpuslarmış, seni arıyorlarmış” derler. Muhtar da koruculara hitaben: “ O halde onları bir ahıra koyun ve kapıyı kilitleyin. Anahtarı da bana getirin” der. 
    Sonradan Mebus (Millet Vekili) oldukları anlaşılan bu kişilerle gerekli görüşmeler yapılarak istek ve dilekler anlatıldıktan sonra kendileri Ankara’ya uğurlanır. Bu esnada duvar kıyısında oturan bir ihtiyar, arifâne olarak, kendilerine: “Oğul, heybe dinli olmayın, torba dinli olun”der. O arif ihtiyar onlara : “Birlik olun. Birbirinizden ayrılmayın” demek istemiştir.
    Her bakımdan ilginç olan bu olaya bakıldığında, ta o günlerden beri demek ki Cumhuriyet Türkiyesinde birliktelikten yana ciddi sıkıntılar varmış. Ne yazık ki bu gün de birliktelik denen o nimete muhtacız.
    Cumhur Başkanlığı Forsundaki on altı devletin Tarihe tevdiine bakıldığında hepsinin temelinde, sen-ben çekişmesi ile ayrılık-gayrlılık sevdalarının yattığına tanık olunmaktadır. Vaziyet-i coğrafiye ye bakıldığında ise maazallah bu son ve ulu devletin sanki aynı akıbete uğratılmak istendiği zehabına kapılmamak elde değil. 
    Âcizane kanaatimize göre, yapılan öğretimle verilmeye çalışılan eğitim, elan uygulanmakta olan yönetim biçiminin esasları doğrultusundaki ilkeler arasında uyumluluk yok. Bendeniz polis olmakla beraber hem Tarih hem de öğretmenlik tahsil ettim. İlköğrenimden tutunuz da belki yükseköğrenime kadar olan hemen her aşamada hayata ilişkin bilgilerden daha çok ansiklopedik bilgilere ağırlık verilmekte olduğu, her kes tarafından bilinen bir gerçek olduğunu sanıyorum. Hâlbuki bilgi, hayatın hemen her anında yararlanılması gereken bir malzeme mesabesindedir. Hayatta belki de hiç lazım olmayacak bir alet veya edevatı alan hiç kimse görmedim. Eğer alınacak olursa o, abesle iştigalden başka hiçbir şey olmaz. Ama gelin görün ki Türkiye’mizde bu böyle değil.
    Tabi ki ansiklopedik bilgi de hiç şüphesiz verilmelidir. Ama öncelik sırası oluşturmadan bunu verecek olursanız hayattan kopuk insan yetiştirmiş olursunuz.
    Ben, memurken fakülte tahsili yaptım. Yemin ederim, liseden gelen gencecik çocukların dekanlığa nasıl bir dilekçe yazacaklarını bilmediklerine hayret ve esefle şahit oldum. Ne var ki o arkadaşlardan yakinen bildiğim bir arkadaşım şimdi İnkılâp Tarihi konusunda profesör olmuştur. Kendisine hocam diye takıldığımda, “aman ağabey esas sen bizim hayat hocamızsın” sözünde o günlerin hatırasının yaşanmakta olduğunu hissetmemek mümkün değil. 
    Birçok defa; eski Ortaokul, şimdiki İlköğretim öğrencilerine sorduğum, iki tavuk, iki horoz, iki hindi, iki de keçi kaç eder sorusuna genellikle toplamın verildiğine tanık oldum. Mesela bu örneğe sekiz cevabı verildiğinde, sekiz ne ? diye sorduğumda ise sekiz hayvan cevabını aldığımda şaşkınlık yaşamadım diyemem. Hâlbuki toplama ve çıkarma işlemleri matematiğin alfabesi olup aynı cinsten olmayan öğelerin işleme tabi tutulamayacağı gerçeği maalesef o gencecik dimağlara öğretilmemiş. Allah aşkına, bu öğretilmiyorsa,  peki ne öğretiliyor. İşte size bizim maarifin hal-ü pür melali.
    Bir başka örnek daha vererek sözü tamamlamaya çalışacağım. Diyarbakır’da Polis Memuru Adayı sınavı yaptığımız bir sırada, lise ve kısmen de yüksekokula devam etmiş ve daha sonra ayrılmış adaylara devletle hükümet arasında ne fark var diye sorular yönelttiğimde hiç birisinden doğru dürüst bir cevap alamadım. Bunun üzerine merakım gereği çetele tutmaya başladım. Hiç mübalağa etmeden söylemeliyim ki 200 adaydan sadece 33’ü, o da yarım yamalak cevap verebilmişti. Bunun da dışarıya yansıyan bu soru sayesinde olduğu muhakkaktı. Oysa bu gençlerin birçoğu askerliğini de erbaş (çavuş veya onbaşı) olarak yapmışlardı. Haydi buyurun! Bu soru hem milli hem de siyasi bakımdan fevkalade önemli iken 33/200, verilen öğretim ve eğitimin muhteva ve kalitesi hakkında hiç mi bir mana ifade etmiyor? Ediyor. Hem de nasıl!
    Demekliğimiz o ki, ayrılık ve gayrlılığa asla tahammül gösteremeyen devlet ve vatan bütünlüğü, bu doğrultuda yetişme ve yetiştirme ister. Aksi halde o şimdilerde merhum olmuş olan ihtiyarın dediği gibi, kişileri “torba dinli değil, heybe dinli” yetiştirirsiniz. Heybenin gözlerini ise dengelemek her babayiğidin kârı olmasa gerek. Hele iş bir de sosyal alana münhasır ise hiç kolay olmaz. 
    “Torba Dinli” bir Türkiye özlemiyle.

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
18Nis
21Mar
24Şub

ÖRT Kİ ÖLEM

11Şub

Şu İşe Bak

10Oca

BİR YILAN HİKÂYESİ